Bir arkadaş ziyaretinde tanıştım Mahmut Öğretmen ile.
Teklifsiz bir tanışma oldu bizimkisi.
Öğretmen olduğumu duyunca
meslektaş olmanın verdiği heyecanla anlattı
eski günlerini. Sivas’ta öğretmen okulunu bitirmiş.
“Ben bir öğretmen hurdasıyım. Yanlış anlamayın
Azerice hurda, emekli demek ama şimdi gel başla
deseler; mesleğe başladığım on yedi yaşımdaki
şevkle tekrar başlarım. Versinler, en zor sınıf
hangisi ise onu versinler. Birinci sınıf mı en
zoru, onu versinler.”
Yılların alt edemediği bir heyecana sahipti
öğretmenimiz. Günümüzde okuldan mezun
olan bir öğretmen adayı daha atanma
sürecinde bütün heyecanını kaybediyor.
Öğretmen olarak atanmak adeta bir
mucize. Geleceğe dair hiçbir hayal
kuramayan öğretmenin emeği de
hayalleri ile birlikte sömürülüyor.
“Hem sizin dönemdeki öğretmen
öğrenci anlayışı da değişti Mahmut
öğretmenim. Onlar artık müşteri.
Aramızda modern dünyanın deyimiyle
profesyonel bir hizmet alım satımı var.
İnsanlığa hizmet edecek insan
yetiştirmek değil amacımız. Sınavlarda
en iyi dereceyi alacak öğrenciyi yetiştirmek
bizim derdimiz. Varsın terbiyesiz olsun,
varsın görgüsüz, ukala olsun. Yeter ki
sınavda alacağı puanla ailesinin yüzünü
kara çıkarmasın. ” demek istiyorum ama
öğretmeye bu kadar kutsal anlamlar
yükleyen bir öğretmene karşı utancımı
içimde saklıyorum.
“Hemşehrinizle aynı okuldan mezun olduk.
Kadir Kırıcı ile. Çok iyi bir tiyatrocuydu.
Mükemmeldi. Elinden tutan olmadı.
Birileri arka çıksaydı şimdi ülkenin
en önemli sanatçılarından biri olmuştu.
Ben de saz çalarım. Güzel de çalarım.
Fakat, Kadir’in sanatçılığının yanında
benim becerimin lafı edilmez. Bak bu
hanımefendi de bizim dönemden
mezun olmuştu. (Telefondan paylaşımı
gösteriyor.) Şimdi kitapları var. Geçenlerde
bir şiirini paylaşmış. Okudum. Bundan
çok güzel türkü olur, dedim.”
Ürün kalitesinin değil de reklamının
önem kazandığı bu dönemde; insanların
kendi reklamlarını yapmak için arkadaşlarının
yaptıkları işi karaladığı böyle bir
zamanda arkadaşlarının başarılarını
kendi başarısı gibi büyük bir heyecanla
anlatıyordu. Onların başarısını kendi
başarısı olarak kabullenmişti. Ne bir
kıskançlık ne bir çekememezlik vardı
sözlerinde. Bugün kendi ürününü
parlatmak için arkadaşının emeğini
karalamaya çalışan bir anlayışın
karşısında ne kadar naif bir tutum.
“Bize her şeyi öğretirlerdi okulda.
Şimdiki gibi değildi. Duvar yapmayı da
kalıp çakmayı da söküğü dikmeyi de
çay, kahve yapmayı da öğrettiler bize.
Seksen darbesinin ikinci veya üçüncü
yılıydı tam hatırlamıyorum. Sıkıyönetim
komutanı köyden öğretmeni, doktoru,
muhtarı çağırmış; gittik. “Bu köylerde
tuvalet yok. Bu köylere tuvalet yapılacak. ”
dedi. “Biz nasıl yaparız?” diye bir telaş
aldı muhtarı. Ev yapmak için kaç tane
usta gerekiyorsa tuvalet yapmak için de
o kadar usta gerekiyor. Duvarcı, kalıpçı,
demirci, sıvacı, tesisatçı lazım tabi.
Muhtara dedim ki siz benim hazırladığım
listeyi getirin. Bir de fosseptik çukurunu
açın tamamdır. Öyle de yaptılar. Ben
kalıpları çaktım, duvarları ördüm,
tesisatı yerleştirdim. Tuvaleti yaptım.
Köyün tuvalet sorununu çözdük.
Bize öğrettiler. Her şeyi öğrettiler.”
Elbette o da çok iyi biliyor ki günümüzün
öğretmeninin duvar örmeyi, kalıp
çakmayı öğrenmesine gerek yok.
Bugünün ihtiyaçları ile dünün
ihtiyaçları çok farklı idi. Asıl mesele
dün ihtiyaçları doğrultusunda
oldukça donanımlı olan öğretmenlik
mesleğinin günümüz koşullarında
gerekli becerilerle donatılamamış
olmasıdır. Dün toplum içinde bir
otorite olan öğretmenlik günümüzde
tüm itibarını kaybetmiş durumda.
Öğretmenlik mesleği bugünün
koşullarına uygun olarak kendini
güncelleyemedi. Bir öğretmenin
en büyük başarısı artık deneme
sınavlarında ki netlerle ölçülüyor.
Mesleğine duyduğu derin sevgi ile
gerçekten saygıyı hak ediyordu
Mahmut Göktaş öğretmenim. Aydın
bir insan tavrıyla ülkenin durumunu
sorguluyor doğal olarak. “Hep
böyleydi hep. Sıkıntılar sadece şekil
değiştirip tekrar karşımıza çıkıyor. ”
Ama öğretmenlik mesleğinin tüm
mesleklerden daha fazla yıprandığını.
Şimdiki öğretmenlerin mesleğin ruhuna
uymadıklarını sitemkâr bir şekilde anlatıyor.
İnsana olan sitemi, kızgınlığı, onun en
yakınlarından başlayarak halka halka
genişleyen insan sevgisine ve
insanlığa olan derin inancından
kaynaklanıyor. Bizim her alanda
heyecanını kaybetmemiş, işine
dört elle sarılacak, hamasetten
uzak, milliyetçiliği en yakınındakilerden
başlayarak gittikçe genişleyen
anlayışla insanlığa karşı bir sevgi
saygı bağı olarak algılayan böyle
eli öpülesi insanlara ihtiyacımız
var. Mahmut Göktaş öğretmenim
bunun en güzel örneklerinden biri.
Mahmut Göktaş 1975 mezunu.
Şiirini beslediği kişi, 1975 mezunu
Neşe Demirci Soy.
Tiyatrocu 1975 mezunu Kadir Kırıcı dır.
https://www.sanliurfaolay.com/yazarlar/halil-kocakoglu/bir-hurda-ogretmen/3218?fbclid=IwAR0VkBRixTN5V_IBLrnvd82GwaynRoUU9V30tE4hcoHpZcOJOkm1V09yjqg#.XN2mpPsSwek.whatsapp